16 Şubat 2013 Cumartesi


Evet.
Bugünkü hormonumuzun adı, oxytocin. Oksitosin yani. Ben kendisiyle ilgili edindiğim bi kaç küçük bilgiden sonra, “AHA SEKS HORMONUNU ÖĞRENDİM!” diye çıldırdım ama bundan daha derin bi mevzu olduğu kesin. Oksitosin, hipofiz bezinin arka lobundan salgılanan hormonlardan biri. Ve beyinde olduğu gibi kanda da üretilebiliyor. Kişileri birbirine bağlayan ve güven yaratan bu hormonun orgazm ve çocuk doğurma esnasında arttığı biliniyor. Yani seviştiğiniz insana aşık olmanız ve ona duyduğunuz güvenin artması baya olası. Artık bu bilgiyi de nasıl kullanırsınız bilmiyorum, kolay gelsin. Doğum esnasında da oksitosin ortaya çıkıp, gerekli kasılmaların oluşmasını sağlıyor. Doğum öncesi ve sonrası artışa geçen oksitosin sayesinde anne ve çocuk arasında sıkı bir bağ oluşuyor. Hatta yapılan araştırmalara göre sezaryenle doğum yapan anneler çocuklarının ağlamalarına normal doğum yapan annelere göre daha az duyarlı. Bunun sebebinin de oksitosin olduğu sanılıyor. Sezaryen doğum yapan kadınlarda, doğum sonrası depresyonun da daha fazla görüldüğü biliniyor, yani tüm bunlar oksitosinin az salınımı yüzünden olabilir. Alakasız bi şekilde acı biber yerken de artan bu hormon, aynı zamanda masaj yapılandan çok masaj yapanda da artıyormuş. Masaj terapistinizle aranızda duygusal bir bağ oluşması çok da şaşırtıcı değil yani (Masaj terapistiniz varmış mesela). Tek eşliliğe yönelenlerde, bu eğilimin sebebi de oksitosin. Mesela, fındık faresi en yüksek oksitosin seviyesine sahip hayvan olduğundan, minik fındık fareleri bir eş seçtikten sonra başka bir eşe ihtiyaç duymuyorlarmış. Ve oksitosin seviyeleri azaltıldıkları anda, biricik eşlerini bırakıp kendilerine başka başka eşler aramaya kalkmışlar. PİÇLER.
Güven arttıran, empati kurdurtan bu hormon, olumlu anılar yaratmamıza da yardım ediyor. Sosyal ortamlarda insanlara nasıl uygun tepkiler verileceğini, diğer insanların verdiği tepkileri anlamamızı ve göz teması kurabilmemizi sağlıyor. Bu yüzden, meselaa burundan emüklenen oksitosinin sosyal fobisi olan ya da otizm gibi sosyal ortamlarda problem yaşayan hastalar için kullanılabileceği düşünülüyor.
Oksitosinin insanların %5’inde herhangi bi uyarıcıya rağmen salgılanmadığı görülmüş ve biz bu insan grubuna şu sıralarda “piçler” diyoruz. Yüksek düzey stres, testesteron hormonu ve olumsuz çocukluk, oksitosin salınımını azaltıyor.
Ama tabi bazı araştırmalar da oksitosinin o kadar abartılmaması gerektiğini, çünkü koşulsuz sevgi ve mutluluk yaratmadığını iddia etmişler. Bir araştırmaya göre, olumlu hatıralar yaratmaya yardım eden, bu hormon eğer annenizle ilgili kötü anılarınız varsa oksitosin seviyeniz ne kadar arttılırsa arttırılsın o eski kahırlı anıları olumlu hatıralara dönüştürüp sizi mutlu edemiyor.
Sosyal medyayı kullanan insanlarda da oksitosin seviyesinin arttığı görülmüş. Bunun sebebi de diğer insanlarla iletişim içine girmemiz ve bi birliktelik yaşamamız. Sonuç olarak; insanlara sarılmanız, onlara dokunmanız, bi iletişim içine girmeniz oksitosin seviyenizi arttırmanıza, stresinizi azaltmanıza ve mutlu olmanıza yardımcı olacak.

Bol bol sarılın ve buralarda kalın yani, sevgiler.

Burdan da konuyla alakalı bi Ted konuşmasını izleyebilirsiniz. 

9 Şubat 2013 Cumartesi

Madem Duygu ibretlik bir olaydan bahsetti, ben de durur muyum hemen belirdim. Şimdi sizlere Phineas Gage isimli talihsiz adamın başına gelen olay (olay gerçekten başına gelmiştir) ve etkilerinden bahsedeceğim. Biz okulda kendisini her ders en az bir kere anıyoruz. Ailesine baş sağlığı, kendisine rahmet diliyorujaksdlf.

Phineas Gage Amerika'da bir demiryolu işçisiydi. 1848 yılının bir günü rızkına koşarken demiryolunda patlatılacak olan bir kayaya açılan deliğe 110 santim uzunluğunda bir demir çubuk kullanarak barut, fitil ve kum doldurdu. Kumun az gelmesi barutun patlamasına neden oldu ve 6 kilo ağırlığındaki demir çubuk Gage'in sol gözünün altından girip kafatasından çıktı ve 25 metre öteye düştü.

 Frontal lobu neredeyse tamamen parçalanan Gage bir süre sonra kendine geldi, ayağa kalktı, insanlarla konuştu ve doktorun bulunduğu yere at arabasında dik bir şekilde oturur vaziyette gitti. Yaklaşık bir ay sonra kendini toparladı fakat o eski halinden eser kalmamıştı şimdi. Çünkü Gage artık eski Gage değildi. Hiçbir şeyi önemsemiyor, karar vermekte büyük zorluklar çekiyor, verdiği sözleri tutamıyordu. Değer yargıları tamamen kaybolmuştu. Ben her ne kadar bunların Phineas'ın "Lan olm kafama demir girdi ve ben yaşıyom lan! BIRAKIN DA HİÇBİR ŞEYİ SİKİME TAKMAYAYIM!" diye düşünmesinden kaynaklandığını düşünsem de bilim insanları Phineas'taki değişimlerin frontal lobunun belasını bulmuş olmasından kaynaklandığını kanıtlamışlar. Benim ne haddime.


Zavallı Phineas 12 sene sonra hayatını kaybetti. Kendisi bilmiyor ki günümüze ışık oldu. Sayesinde alzheimer gibi karakter değişikliğine sebep olan hastalıklarla ilgili önemli bulgular elde edildi.



















Temsili "Kanka beni çubuğumla çeksene :D:Ddd" temalı fotoğraf.

İşte böyle arkadaşlar. Kaşınıza gözünüze sahip çıkmanızı öneriyor, esenlikler diliyorum.

Buradan sonra yola katırlarla devam edeceğiz;


SİNİR YOLLARI HARİTASI DEĞİŞTİPloS One dergisinde yayımlanan araştırmaya göre, Gage’in beyninde oluşan hasarın kısa özeti şu: Beynin ön lobunun üçte birini oluşturan ve öz farkındalıktan sorumlu olan “superior frontal sulcus” ve duygular ile bazı davranışlardan sorunlu insula, en ağır hasarı gören kısımlar oldu. Çubuk, beyin zarının yüzde 4’ünü, beyindeki beyaz dokunun ise yüzde 11’ini yok etti. 
Sonuçlara göre, sol yanaktan giren ve beynin sol tarafından çıkan (bu esnada birkaç dişi söküp atan) demir çubuk, önceden sanıldığı gibi beynin ortasını etkilemedi. Beynin çıkarılan haritası, beynin sol tarafında bulunan beyaz dokudan çok fazla kaybedilmesinin, bu dokuların bağlantılı olduğu sağ kısmı da etkilediğini gösterdi. Bu nedenle, beynin sağ kısmında da bazı kısımlar tam olarak iyileşmedi.

164 yıllık mucizenin sırrı çözüldü
Gage’in beynindeki sinir yollarıyla, 110 veri tabanından alınan sağlıklı insan beynine ait sinir yolları, kazanın neden olduğu değişimi net bir şekilde gösterdi.
Horn, yaptıkları araştırmanın sadece tarihi bir olayı aydınlatmakla kalmadığını, aynı zamanda modern tıp için de önemli bir kazanç olduğunu belirtti: “Ön loblardaki beyaz doku kaybı, bunamayla bağlantılı olduğu gibi Gage’in yaşadıklarıyla da uyuşuyor. Beynin hangi kısımlarının davranışları etkilediği konusunda çok önemli bulgular elde ettik.”  






Merabaa.

Şimdi size psikoloji sınıflarındaki ünlü adamların birinden bahsedicem. Adamın adı Henry Gustav Molaison 1926 doğumlu bi' abimiz, kısaca H.M olarak biliniyor. Hikayesi, kendisine 7 yaşındayken oldukça süratli giden bir bisikletin çarpmasıyla ve bu kaza sonrasında epilepsi krizleri göstermesiyle başlıyor. Yıllar sonra, epilepsi krizleri ağırlaşmaya ve sıklaşmaya başlayınca 27 yaşında bir ameliyat geçiriyor ve hippocampus’ünü aldırıyor. İşin garip kısmı, normalde epilepsi tedavisinde hippocampus’ün bir kısmı alınırken, H.M vakasında tümü alınıyor. Yani, beynin iki lobundaki hippocampus da. Ameliyat sonrası gerçekten de H.M’in epilepsi krizleri azalırken, başka bir sorun ortaya çıkıyor.

ADAMIN HAFIZASI BOZULUYOR.

H.M ameliyat öncesi yaşadıklarını hala hatırlayabiliyorken, ameliyattan sonrası için yeni bir bellek yaratamaz hale geliyor. Biriyle tanıştıktan sonra, arkasını döndüğü an o kişinin kim olduğunu unutuyor. Ya da dönemin başkanının hala ameliyattan önceki kişi olduğunu sanıyor. Anne-babasının öldüğünü kabullenemiyor. Her gün doktoruyla tekrar tanışıyor. Ameliyat sonrası başına üşüşen bilim adamları tonla test yapınca, H.M'in hafızasından başka da bir problemi olmadığı anlaşılıyor. Yani konuşması düzgün, hala bulmaca çözmeyi seviyor, gülüyor eğleniyor hatta yeni motor yetenekler geliştirebiliyor ama sadece bunları nasıl öğrendiğini hatırlayamıyor.

H.M vakası sayesinde hippocampus'ün bilgilerin uzun süreli hafızaya gönderilip gönderilmemesine karar vermekle görevli olduğu bir limbik sistem parçası olduğu anlaşılıyor. Ve 2008 yılında ölen H.M'in beyni şu an 2401 parçaya bölünmüş halde California Üniversitesi'nde yeni araştırmalar için hazır olarak bekliyor.

"Right now, I’m wondering, have I done or said anything amiss? You see, at this moment everything looks clear to me, but what happened just before? That’s what worries me. It’s like waking from a dream. I just don’t remember.” H.M